16 Şubat 2012 Perşembe

Umut... 2

          Öyle bir özür ki akrebin dilediği, kabahatinden büyük yelkovanın… Zihnimin koridorlarında volta atarken geçmiyor zaman, tül gibi, ipince… Avazım çıktığı kadar sustuğum gecelerde, ıpıslak bir çığlık tütüyor kulaklarımda. “sen” diye haykırıyor küçük dilim. isyana gebe bırakılmış ezgiler uçuşuyor parmaklarımın ucunda. Parmak izlerimi bırakıyorum, sana çıkan yollara döşediğim melodilere. Bir manzara resmine en güzel, en derin anlamını kırmızı gibi, beyaz gibi, biraz gül, bir dünya gelincik… Sabah kalktığımda aynadaki gülen, umutlu yüzümü görmek; taptaze bir yaşama merhaba demek, sıcak bir günaydın; vaat edilmiş topraklar gibi bereketli ve kutsal her şey, sana ulaşmanın eşiğinde. Şiirler yazmak, mısralar düzmek yetmiyor sana dokunmaya çalıştığım düşlerin kuytuluklarında. Doğa çıldırmış bir sevinçle sen kokuyor. Yaptığım her iştesin; söylediğim her sözde, baktığım her gözde sen varsın.

           Derdim günüm sensin,
           İşim gücüm sen…

Devamını okuyun...>>

Umut... 1

          Öyle bir sevmek ki bu şimdi içimdeki, pusu kurmuş dört bir yanıma güzellikler ve ben pusuya düşmek için yırtınıyorum; şarkılar söylüyorum, senin bahar dilli, çocuk avuçlu yüzün suyu hürmetine. Biriktirip sakındığım dost omuzlu hikâyeleri sana armağan etmek istiyorum. Anlatırken, bir dengbejin gözyaşı gibi pul pul parlasın istiyorum sadece sana sunup herkeslerden sakındığım sevdam. Kendi tarih bilincini sırtında taşıyan bir kum tanesi gibi erdemli, onurlu durmak istiyorum karşında. Çölün hakkını vermek kamçısıdır biraz da kum taneciğinin çünkü. Yana yakıla koşarken ve yapayalnız kalmışlıklar ülkesinden sana doğru gelirken, böylesine insan sesli bir ruha ilerlediğimi tahmin edemezdim. Ve şimdi hakkını vermek istiyorum ömrüme doğan güneşin. Dolunayı izliyorum sensizliğin zirvesinde bir kuş yüreği gibi çırpınıp dururken, gözlerini görüyorum orada, bir an senin de baktığını hayal ediyorum, sonra inanıyorum o hayale, gerçek oluyor. Avuçlarımdan bahar fışkırıyor elinin elime can verdiği anda. Her yanı taşa bulanmış betonarme İzmir, birden deniz kokusuyla doluyor, en yaşanılası kent oluyor gözümde. Baktığın, dokunduğun, nefes aldığın her yer, her yer bebek uykuları gibi masalsı oluyor. Yeni umutlar devşiriyorum muhasebesi yapılmamış hikâyelerden. Mini minnacık bir yüreğin, acemi çırpıntıları dolanıyor damarlarımda. Yeni yeni dünyalar yaratıyorum sana, masmavi denizler, nehirler, yemyeşil ormanlar var içinde; kardeşçe, barış içinde yaşayan insanlar var. Çocukların ellerinde en sevdikleri dondurmalar var külah külah; rengârenk balonlar, uçurtmalar, atlıkarıncalar, neşeli ihtiyarlar, genç âşıklar, nohut oda bakla sofa evler.
           Darağaçlarının artık çiçek açtığı bir mutluluk ikindisinde, ayaklarını balkon demirlerine uzatıp kahve yudumlarken, huzurla tebessüm etmeye benziyor sana bakmak. Erguvan renkli bir kalemle sonsuza kadar yazmak ya da yaratmak oluyor sana dokunmak. Kendi benliğine ifrit olmuş hastalıklı bir ruhun arınması gibi kokunu duymak.

           Yalansız, üryan bir sevinin gülle donatılmış kalemi var şimdi elimde. Eksik yazsa da yalana varmıyor dili, hiç yazmamış gibi titrek, ürkek. Kuzu dili ve edebiyatı biraz da yapıp ettiği. Küçük, sevimli, komik.

           Mısra düzmek nasıl melek yüzlü bir çabalayış şimdi. Hüznünü yağmurlara asmış güzel prensessin sen. Seviyorum seni, çıldırasıya!

Devamını okuyun...>>

29 Ocak 2012 Pazar

-günler sonra-



 ve günler sonra seni gördüğümde, bildiğim en ağır küfürleri ettim kemikleri sızlayası “söz gümüşse susmak altındır” sözunü söyleyen atalarıma...ne demek lan?..konuşacak şeyler vardı işte...hem de milyonlarca...ne demek altın gümüş..onun yokluğu en kral 24 ayardı bende...kaşıkçı elmasından daha pahalıydı üstelik... ölüme biraz daha yakın olmaktı gözümü senden ayırdığımda sonraki attığım ilk adım...her bir adım kurtlu elma tadında…
/terlemeden yiyen keçi
·       

Devamını okuyun...>>

28 Ocak 2012 Cumartesi

Enzim- Substrat gibi : ))

Tüm sevdiklerim bana seni soruyor. Toplu hade yaptıkları sorgulardan sonuç çıkmadığından olsa gerek, tenhada sıkıştırıyorlar. Evin babasından gizli, kızının ilk aşkını soran anneler gibi. Banyoda, mutfakta, koridorda ve hatta yatakta bitiveriyorlar yanımda.
Genelde çimdikleyle dürtme arası bir hareketle giriyorlar söze. Bazıları muzip bir göz kırpma efekti de ekliyor girizgahlarına.
- “Ee, anlat bakim, neler oluyor?”
Ben de evin küçük kızı oluveriyorum birden. Niyeyse onu her sorduklarında yüzüm kızarıyor, boğazım kuruyor. Sanki 17 yaşındaymışım da, üstüne bir 12 sene daha yaşamamışım gibi.
- “İyi” diyorum mahçup mahçup.
Pek tabi ki yetmiyor dostlara bu cevap.
- “Nasıl ya, bu mudur yani? ‘iyi’ mi tüm söyleyeceğin?”
Bir dolu harf, ses uçuşuyor beynimde ama, bir araya getirip mantıklı, anlamlı kelimeler kuramıyorum.
- “Çok iyi” diye güçlendiriyorum ilk cevabımı.
- “Sen öldürürsün adamı ya, vallahi öldürürsün, billahi öldürürsün!” diye şiddete meğilleniyorlar.
Yastıkla boğmaya çalışanlar, kafama kepçeyle vuranlar oluyor, artık olay mahali neresi ise ona göre araç gereç kullanıyorlar işte.
Sonra gülmeye başlıyoruz. Ben tüm dengelerimi yitirdim, benimki normal de, onların da dengesini bozmuş olacağım ki, dakikalarca gülüyoruz.
Aslında onların dinlemek istemelerinden çok ben anlatmak istiyorum. İçim içime sığmıyor. Sanki bir iki laf edemezsem ağzımın içinden anlamsız bir dolu harf ve sesler çıkıp ortalığı kaplayacak.
Beni ve dostlarımı ağır çekimde havada uçuşan harfleri yakalayıp anlamlı kelimeler oluşturmaya çalışırken hayal ediyorum.
Birimiz, masanın üstüne çıkmış “a” harfini yakalıyor diğerimiz yerde kayarak “ş” harfini ve ben de iki elimle henüz ağzımdan yeni çıkmış “k” harfini tutuyorum. Allah’ım deliriyorum galiba.
Msn’den titretiyor dostların en dostu, reel olarak dürtemediğinden olsa gerek. Göz kırpan sarı kafa da belirince ekranda “Hah!” diyorum işte yeni bir girizgah daha.
- “Ne bilmek istiyorsun? Ne anlatayım?” diye ben giriyorum bu sefer söze. Aramızda duran ekranın varlığından güç alıyorum.
- “Ne hissettiğinden başlayabiliriz mesela” diye ışık hızıyla yazıyor dost.
Belki 15 dakika düşünüyorum ne hissettiğimi, bu soruyu cevaplamak istiyorum. Yazıyorum yazıyorum siliyorum. Başı, sonu belli olmuyor cümlemim, ne demek istediğimi ben bile anlamıyorum okuduğumda.
Sonra kendimi serbest bırakıyorum. Çok fazla düşünmeden yolluyorum çıkan cümleyi dosta.
- “Ne bileyim, işte sanki kanımın içinde alyuvarlarla akyuvarlar sevişiyorlar”
Eyvahhh, sarı kafalı adam yatmış yerlere kahkahalar atıyor!! Ağzından “hahaha” lar çıkara çıkara hem de.
- “O ne be?” diye geliyor cevap.
- “Elinin körü! Sordun, söyledim işte. Alla allaa”
Sinir tepkisi veriyorum uzatmasın diye. Aslında ben de gülüyorum ama ekran kamufle etmiş ya beni rahatım o yüzden.
- “Yahu böyle bir benzetmeyi bir biyolog yapsa anlarım, sen ne anlarsın alyuvardan, akyuvardan? : ) ‘Kanım kaynıyor’ gibi birşey mi bu?” diye anlamaya çalışıyor beni.
- “Evet, gibi : )” diyorum hayranlıkla.
“Yahu ne kadar net ifade etti işte!” diye düşünüyorum.
- “Yani dur şimdi, netleştirelim” diyor,
- “Boşver, flu kalsın : )” diye cevaplıyorum aceleyle.
- “Nedenmiş o? Netleşmesinden korkuyor musun?” diye yine taa içimin kuytusuna dokunuyor eli.
- “Belki de” yazıyorum, korkularımla yan yan kesişirken.
- “Sürekli bir birlikte olma isteği sarıyor mu bedeninizi?” diye balıklama atlıyor sonra, kafa göz dağılmış kimin umrunda.
- “Evet” yazabiliyorum sadece kan akan başıma neşeyle sargı bezi sararken.
- “Çok kısa ve özsün be: )” diyor cevap yazmıyorum. Biliyorum memnun atlayışından, keyfini çıkarmak istiyor.
- “Teniniz uydu mu bari?” diyor.
- “Enzim- Substrat gibi : ))” gibi diyorum onun sesi kulaklarımda.( Bunu da seni etkilemek için öğrendim yeni.)
Sarı adam yine deviriyor .ıçını, başlıyor gülmeye. Biliyorum ki sadece sarı adam değil kahkahalar atan, bizim dost da yerlerde muhtemelen.
- “O ne be? Ulan ondan öğrenip, bana satıyorsun değil mi?”
- “Evet : )”
- “Uydu yani?” diye net bir cevap bekliyor.
- “Evet” diyorum tekrar.
- “Hayırlısı, ne diyeyim”
Tutamıyorum kendimi, hazır anlatabiliyorken anlatayım istiyorum.
- “Çok güzel kokuyor” diyorum boynunun kokusu içimde.
- “Ne ki parfümü?”
- “Parfüm değil ki kokan”
- “Eyvaahhhh, alarm, alarm! : )” diye keyifleniyor.
- “Şapşal olmuşsundur sen şimdi” diye devam ediyor sonra.
- “Sensin şapşal!” diyorum. Sonra araya iş güç giriyor.
1-2 saat sonra okuyorum yazdıklarını.
- “Geçici ama bunlar, biliyorsun değil mi?” yazmış ilk önce. Sonra eklemiş, “Aman boşver, anı yaşa sen!” diye.
Çoktan “offline” olduğu için cevabı kendime veriyorum sessizce.
- “Biliyorum!” diyorum, “Biliyorum, ama yine de çok mutluyum”
Sonra akşam, bir mesaj görüyorum telefonumda.
“Akşama gelsene bize. Seni ve aşkını dinleyelim. Gerçi sen bunun üzerine daha laf etmezsin : ) Çok bile konuştun”
Akşam gidiyorum yanlarına. Biliyorum zor tutuyor kendini. “Enzim ve substrat ha: )” diye kahkahalar atmak, anlatmak istiyor yazışmalarımızı. Gözlerini kaçıyor benden.
Sonra yine, ben kanepede kahvemi içerken diğer dost yanaşıyor yanıma.
Yine çimdikleme, dürtme arası bir hareketle girmek istiyor söze, kahve üstüme dökülüyor. Kahkahalarla gülüyoruz yine. “Sakar” olduğum gerçeği vuruluyor yüzüme. Ben isyanlardayım tabi, “Ulan dürttün resmen kolumu ondan döküldü, alla alla”.
- “Anlat bakim, nasıl zaman geçiriyorsunuz?” diye çıkıyor kahkaha krizinden.
- “el ele tutuşup, birbirimize bakıyoruz çoğunlukla” diyorum.
- “Hmm, çok mu güzel bakıyor?” diye büzüyor dudaklarını.
Gülümsüyorum.
Sahi ne diye bu kadar heyecanlı ki herkes? Ne benim ilk ilişkim, ne onların ilk tanıklığı benim ilişkime. Neden herkes ilk aşkımı yaşıyor muşum gibi davranıyor? Ben neden bu kadar heyecanlanıyorum bu sorgulardan? gibi binbir soru geçiyor aklımdan, anlam veremiyorum.
- “Gözlerin böyle ışık saçmayalı çok uzun zaman olmuştu” diyor biri, sanki beni duymuş gibi.
Yoksa ben içimden geçiriyorum sanarken, kelimeler mi çıktı ağzımdan. Yok canım o kadar da yitirmiş olamam dengemi. Şaşkınlıkla bakıyorum yüzüne.
- “Bundan önceki ilişkim biteli daha 5-6 ay oldu ama?” diyorum.
- “Gözlerinde hiç başlamamıştı ki o ilişki! Onun gözlerinde başladı, onun gözlerinde bitti” diyor.
Sonra susuyorum tekrar. Şaşkınım.
- “Gerçekten öyle miydi?” diye geçiriyorum içimden. İçim sıkılıyor. Vazgeçiyorum düşünmekten.
Sonra konu değişiyor. Ordan, burdan konuşuyoruz. Saat ilerliyor, ben yarı uyur vaziyette uzanıyorum kanepeye. Herkes konuşmaktan yorgun düşmüş sanki, huzurlu bir sessizlik.
Uykuyla uyanıklık arasında sayıklar gibi soruyorum.
- “Size de oldu mu? O bana bakarken, sanki gözleri mideme değiyor” diyorum düşünmeden.
Kısa bir sessizlik oluyor, sonra tutamıyoruz kendimizi. Kahkahalarla bitiriyoruz geceyi.
Uykuya dalmadan önce son bir fısıltı duyuyorum, hangi dosttan geldiğini ayırt edemiyorum. Ama çok da fark etmiyor.
- “Derin mi bakıyor yani?”
- “Evet: )” diyorum.
- “Sen öyle görüyor olmayasın?” diye soruyor korkuyla.
- “Belki de” diyorum ya da demiyorum da içimden geçiriyorum.
Bu iki muhteşem dost için Allah’a şükredip uykuya dalıyorum.

Devamını okuyun...>>

26 Ocak 2012 Perşembe

-gidince-

       Sonradan tanıştığım karşı cins bedenleri hep bacıdan öte göremedi gözlerim...algılarım  düşüncelerim her birini "Rahibe Teresa" edasıyla yaklaşıyordu...tarafsız sahada dostluk maçı yapacak ikinci lig takımları gibi oldum onlarla.... her biri inan ki böyleydi benim için...çok ev sahibi olduğum oldu...deplasmana da gittiğim...uygun yerde uygun pozisyonlar yakalamıyor değildim..o an secdeyle ruku gelirdi aklımla hep...o derece ruhsuz,hadım edilmiş sokak köpeği gibiydim...oysa o itin kalçasındaki pire kadar mutluydum seninle oldugum her an...sen...gittin..




/terlemeden yiyen keçi


Devamını okuyun...>>
GÖZLERİNDE ELMA ŞEKERLERİ PARLAYAN SEVİMLİ KIZA ALT METİNLER 
YA DA DELİ SAÇMASI BİR ŞARKI LİSTESİ - bir

          İçimdeki latin, endülüs coşkular... Tony Gatlif’in akdenizli, güzel insan ruhu dans ediyor parmaklarımın ucunda... Yalnızlık bir büyük keyif ki şimdi, ferhan ustam ne güzel söylemiş; “Nezleli karga keyfindeyim.” diye.
Bir seremoninin haykırış, çıldırış anı. Nietzsche bir danaya sarılmış delirerek ölürken yüzünde böyle güzel, böyle anlamlı bir "La caita" ifadesi vardı sanırım. Uzaklarda bir yerlerdesin, anlamak gerçekten önemli değil, 
hissediyorsun benliğimi kuşatan armoniyi, biliyorum...



 



Devamını okuyun...>>

24 Ocak 2012 Salı

-umut-

kısa saçlarına inat uzun tutmak istiyorum geceleri...
aradaki özlem mi daha cok bağlıyor beni sana, yoksa bilinmeyenlerin hergün birer birer çorap gibi çözülmesi mi?.. 
her geçen gün cevaplanan soru işaretleri mi daha çok çekiyor seni bana mıknastıs gibi, 
yoksa yarına beslediğim büyük renkli "sarı kırmızı" umutlarım mı?.. 
-sen eyy sevgili!! 
dün gibi geldin hayatıma..umarım hiç bitmeyen yarın gibi de gitmezsin!!..


/terlemeden yiyen keçi 



Devamını okuyun...>>

-hoşçakal-



     Daha iki yaşındaki bebeğin baba cenazesinde gülümsemesi gibiydi senden sonraki nefes alışlarım...ne zordu lan ayrılık... Son kullanma tarihini bilmediğim acıyı yasamak,ölümü beklemek kadar zordu...hep taze mi olurdu bu böyle?..hep mi sen olacaktın hayatıma ilk defa giren mekanlarda bile?..nesi güzeldi şimdiki zamanın geçmiş zamandan?..hangi cümleyi hangi renkte kullanıyordun ki?... Daha mı az üzüyordu seni aradaki on dörtlü mesafe? ...Ne zaman ürün verecek ki tohum atılmaya hasret  gibi nadas kalmış gönül, bu denli yaşanmış geçmiş eskimeyen güzelliklere?… peygamberin sözleri kadar kutsal değil miydi ağzından çıkan her güzel kelime?.. Her yüklemi olumlu olan ve birinci çoğul şahısla biten cümleleri kutsal saymaz mıydım hep?...Hadis değil miydi benim için her biri? simdi ölümünü bekleyen “bir gün kelebeği” gibi her ağrısında kalbimin,beynime sarı kart göstermesi caiz mi?...şimdi daha mı romantik olur gül ağacından yapılan tabutun içinde gömülmek? en sağlam olması için hangi markalı kefeni giymeli şimdi?...ya da gerek var mı kürek kürek toprak atmaya mezara..? atılan her adım bi kürek toprak değil mi senin yokluğunda? Hangi  mutluluğu sensizlikten çıkarırsam sıfır kalır ki şimdi?hangi yemeğin tadı var tek tabak konan sofrada..çok mu tuzlu olur bu ayrılığın faturası?..ne renk kokacak tenin başkasıyla sabahladığın gecelerde.. bir emekçinin işine başlarken ağzından çıkan “besmele” gibi değil miydi  güne “günaydın sevgilim” diye başlayan cümlen..şimdi benim için ne zaman iftar vakti?ayrılıkla açtığım sensizlik orucumu ne zaman kimle sıyıracağım şimdi?...hasret dolu kavuşmaları, anne sütü bekleyen bir çocuk gibi beklerken ve ilk gördüğündeki  köylü kızı utancınla yerde para ararmışcasına başını öne eğişin,gözünü benden kaçırışın, kalbin dakikada yüz elli atarken bu kadar kolay mı sıyıracak beynin bu geçmişi..bil ki aldığım her iki nefesin biri senin için sen olmasan da uyandıgımda sabahları..soluduğum havanın cigerlerimde anlam buluşu gibi senin yanımdaki anlamın..ve nefesimi tekrar geri vermek gibi yanımdan ayrılışın..ötenazi isteyen beynime engel ruhumun senle dolu olması..
 Heey sevgili!!!
 Sol yanım hala sen dolu…boşaltmayı istemediğim bir şekilde..bi mum ışığının bi oda karanlığı devirmesi kadar kolay değil kalan günleri sensiz yaşamaya niyetlenmek..ve körpe bir bebenin teni kadar pürüzsüz sevgini yok saymak..şimdi gecenin üçü ve sen o pembe yatağında sessizce uyuyorsun sıradan bi güne uyanmak için..ve sıradan olmaya aday bile olmayacaksın benim için..eskimeyen bi kitap gibi rafta dolu olacak hep yerin..her gün üzerinde artan tozu gibi artacak sana olan sevgim..bunu besleyen özlemin hasretle sevişip çoğalmasıyla birlikte…ve o zaman daha bi derinde hissedeceğim acımı..sevgime komsu…hemen üstü katında..elimle besleyeceğim ağzındaki yalancı memeden medet uman bi bebe misali senli anıları..daha kalın saracak sensizlik git gide bedenimi..bi beden üstü evlat acısı olucak yüreğime düşen korun.. acımın kilo alıp bi gömlek üstüne denk geldiğini bakışlarımı kiralayan o piç hatırlatacak kırılası eli seni sararken..ben seni sevdim sevgili..oltasında balık bekleyen okulu asan bir çocuk gibi heyecanla bekledim her daim..hayallerimin öznesi sendin gizlilik duymadan altını çizebildiğim..ve şimdi senin olmadığın deniz mi boğacak ciğerlerime tuzlu suyunu doldurup? Geçirir mi dersin tuzlu suyunu mengene gibi sıkan yokluğunun elleri boğazımdayken? son çektiğim nefesimi ne için kullanayım şimdi?? Sen de bir anlamı kaldı mı HOŞÇAKAL dememin??


/terlemeden yiyen keçi 


Devamını okuyun...>>

Mehmet Güreli - Kimse Bilmez

" Kalp mi insana sev diyen yoksa yalnızlık mı körükleyen? 
Sahi nedir sevmek; 
Bi muma ateş olmak mı, Yoksa yanan ateşe dokunmak mı?"



Devamını okuyun...>>

Bu yazıyı da unut unutabilirsen.

          Unutmak tükenmektir diyordu kocaman bir pankartın üzerinde çünkü unutmak tüketmektir. Unutayım mı seni, tüketeyim mi ve senli cümleleri birinci tekil şahsa çevirdiğimde tükeneyim mi? Bilemiyorum ve bu bilememek halim sebebi değil mi herşeyin, yoksunluğumun müessibbi bilememezliğimdir.
Unutmalıyım seni öyle diyor dinlediğim her şarkı, okuduğum her text senden koparmaya çalışıyor beni ve son iki parmağım yapışmışken paçana herkes parmaklarımı çekiştiriyor. Ben her zamankinden iddialı bir söz yazıyorum duvara, seni hiç kimse benim kadar sevemeyecek, sen beni sevdiğinden daha çok sevsen de birini...


          Her ağaç bir yürek yanması bu dünyada ve benim minik bir korum var, her ağaç kalbine ortak etmek birini senin koca ormanın emsalsiz benim minik korumun yanında. Alışamadım yaşamaya, hala bir kök salamadım toprağa. Yaşım yirmi yedi, yirmi yedi senedir nefes alıyorum yirmi senedir okuyabiliyor 10 senedir kadınları taparcasına sevebiliyorum. Hala başına buyruk bir meltemim, geceleri şehri dolaşan bir hayaletim. Bir vakit senin saçlarına dolanmış, odanın duvarlarını yalamıştım bazı geceler. İnsanlar var ve insanlar doğuyor tıpkı çınarlar gibi atıp köklerini toprağa sımsıkı sarılıyorlar hayata ve ölüyorlar ama eninde sonunda. Bak ben ölemiyorum, topraktan sular çekemiyorum ve demen gerektiği gibi yaşayamıyorum ki ölmeye hakkım olsun. Bu asrın adamı değilim diyordum bir zamanlar şimdi hiçbir asrın adamı olmamaya evrildim. Unutmak için kökü olmak gerekiyor, kocaman bir kökle bağlanmak bu hayata tıpkı senin gibi, işte bu sebepten unutamıyorum.


          Kim hakeder bu dünyada unutulmayı ki sen hakedesin, kim birini unutma hakkına sahip ki seni unutayım, seni unutabileyim. Yüzünü ve kokunu ve tenini ve sesini unutturur bana sırrını çözemediğim zaman da seni bana ne unutturabilir. Gündüzleri güneşe bakar hatırlayamam belki seni de gece ay yüzünü gösterdiğinde, nasıl unutayım ay yüzünü. Pılımı pırtımı toplayıp ve kanatlarımı çekip terketsem seni ve şehri hüznünü gömerim belki bir kayıp şehre ama gülüşün bir ruh gibi girdiğinde gece yatağıma nasıl unutacağım kahkahalarını.


          Bir tangoya benziyor unutmak. Dans etmek hayalinle sevişircesine, kendini kaybedercesine ve tutkuyu hakettiği tahta oturtarak. Ben seni unutmak için sevmedim ki unutayım. Tükettiğim gençliğim, hayallerimi yakarak tükettim, resimlerinle maziyi tüketiyorsam da daha ben tükenmedim var olamadığım bir denklemde yok olamadığımdan tükenemedim, tükenemdiğimden unutamadım seni.


          Gözlerinde saklı büyüyü ilk ve tek ve son ben gördüğümden, benimsin sonsuza kadar. Başka denizlerde şişirsen de yelkenlerini, gözlerin başka sabahlara açılsa ve saçlarını başka taraklar da tarasa benimsin. Ruhun ruhumla iç içe, ilk nefesimi senin ciğerlerinle aldım ben; Tanrı adını adımın yanına koyduysa ruhunu üflerken o bedene ve ben seni ilk sevdiysem eğer ya benimsin sonsuza kadar ya lanetlendi ruhum. Harlanmış bir ateşim artık sönemem, çığlarla kopan bir fırtınayım dönemem, gözünden akan yaşım yüreğine duramam. Ben sana yazıldım sen yüreğime işlendin unutamam.


          Unutmak zor ama unutursun diyen şairlerin kalemine kan damlasın, unut ki yeniden doğasın diyen bilgelerin ilmini lanetlesin şeytan, unut da şafağı gör diyen dost şafaklar göremesin. Ben sonsuza kadar yaşayacağım unutmazsam, yaz bir post-it e ve yapıştır o çerçeveye unutmazsam sonsuza kadar yaşayacağım. Ufkum, idrakinde patlayan bir tomurcuk, sen çok uzun yaşamayı isterdin bak ben sana sonsuzluğu anlatıyorum. Unutmamak, tükenmemek. Tükenmemek sonsuzluğu solumak. Ay yüzlü bakışlarınsa sır, nefesin alev. Ben sonsuza kadar yaşayacağım unutmayarak, senin elinde bir kazma ve ilk darbeyi unuttuğun gün vuracaksın mezarına. Ben seni gömemedim, yakışmıyordu kara toprak sana, sen nasıl kelebekler gibi koşuyorsun yok oluşa?
Devamını okuyun...>>